28 Haziran 2016 Salı

ŞAİRLERİN JURNALİ…

A.Kadir, Ankara Harp Okulu’nda okurken, Orhan Seyfi Orhon 1935-1936 yıllarında “Aydabir” adında bir dergi çıkarmaktadır. Dergide Sabahattin Ali’nin hikâyeleri ile Nâzım Hikmet’in şiirleri yayımlandığı için A. Kadir de öteki arkadaşlarıyla “Aydabir”i okumaktadır.
Bir süre sonra A.Kadir’in başından “38 Harp Okulu” olayı geçecek ve Nâzım Hikmet ile yargılanacaktır.
Faşizmin dünyada kol gezdiği İkinci Dünya Savaş sırası ve sonrasında da Orhan Seyfi, bu kez 1941-1948 yılları arasında haftalık “Türkçü fikir ve sanat” dergisi “Çınaraltı”nı yayımlayacak, bir anlamda “Aydabir” dergisinde solcularla yaptığı işbirliğinden vazgeçmiş olacaktır.
Bu sırada dönemin solcuları “Yürüyüş” dergisinde bir araya gelmişlerdir. Dergide A.Kadir’in “Bir İnsan” başlıklı şiiri ile Nâzım Hikmet cezaevinde olduğu için İbrahim Sabri takma adıyla “Dünya; Dostlarım, Düşmanlarım, Sen ve Toprak” şiiri yer alır.
Orhan Seyfi, her iki şairi de “Çınaraltı”nın 23 Ocak 1943 tarihli 70. sayısında yer alan “Allah Cümlenize Rahatlık Versin!” başlıklı yazısıyla sıkıyönetime jurnal edecektir.
Orhan Seyfi’nin A.Kadir’in şiiri üzerine yazdıkları şöyledir:
“Anlaşılıyor ki, bu şiir, kapitalist rejimde askere alındığı için dövüşmeyen ve bu yolda canını veren menfi bir kahraman yoldaşın destanıdır. Şairi A.Kadir’i tebrik ederiz, doğrusu Türk gençlerine güzel dersler veriyorsunuz. Bizimkiler de böyle yapsınlar öyle mi?”
Orhan Seyfi, daha sonra sözü Nâzım Hikmet’e getirerek yazısını şöyle noktalayacaktır:
“Yapılacak iş, bu şiiri yazan İbrahim Sabri’yi alkışlamak, hatta aynı mecmuanın geçen sayısında bir şiirde olduğu gibi (yumruklarınızı havaya kaldırıp) bir komünist selâmı vermek, ondan sonra da Türkçülük, vatanseverlik namına yataklarımıza girip rahat rahat, bol bol, horul horul uyumaktır. Allah cümlenize rahatlık versin!”
 Nâzım Hikmet  ve A.Kadir, hapishane koğuşlarında günlerin çilesini dokurken Orhan Seyfi sonraki yıllarda jurnalinin mükâfatını Demokrat Parti’den milletvekili olarak Meclis’e girerek alacaktır.
Attilâ İlhan da Selim İleri ile yaptığı söyleşi de başından geçen bir jurnal olayını anlatır. (nâm-ı diğer kaptan)
Ürdün Emiri Abdullah Ankara’ya gelmiştir. Attilâ İlhan bu sırada Emir’e suikast yapmakla suçlanır. İhbarı yapan bir çocuktur. Attilâ ile bir başka Atilla’yı karıştırmıştır. Çocuğun söz ettiği Atillâ, o sıralarda çocuk romanları yazan Mahmut Attilâ Aykut’tur.
Fakat Sansaryan hanındaki sorguda bir başka jurnal olayı yaşanır.
Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Parmaksız Hamdi’ye göre Attilâ İlhan’ı jurnal eden şair-ressam Metin Eloğlu’dur.
İlhan’ın deyişine göre Edebiyat Fakültesi’nde okuyan bir kızla ilişkisi vardır. Aynı kıza Metin Eloğlu da âşıktır. Bunu hazmedemeyen Eloğlu, İlhan’ı jurnal edecektir.
İlhan ile Eloğlu’nun yolları 60’lı yıllarda bir daha kesişecektir.
İlhan, Demokrat İzmir gazetesinin genel yayın yönetmenidir.
Eloğlu ise gazetenin ressamı…
Eloğlu işe başladıktan sonar gazette dizgi yanlışları çoğalmıştır.
Sonunda Eloğlu’nun düzeltmenlerle içki içtiği için yanlışların çoğaldığı anlaşılacak ve iş sözleşmesi sonlandırılacaktır
(Ey okur sen karar ver: Yıllar önce jurnali yapan mı, yoksa yıllar sonra gündeme getiren mi haklı?)
Ama edebiyatın arşivinde “Şehir Mektupçusu” Ahmet Rasim gibi “jurnal”den kaçma yollarını bilenler de vardır.
Zaman zaman arkadaşlarını da jurnalleyen bir Baba Tahir vardır.
Bir gün kumarhaneleri haraca bağlamak amacıyla kumarbazları gammazlarken jurnalinin altına Ahmet Rasim’in imzasını atacaktır.
Tabii bunu öğrenen Tırnakçı Rifat, Kumaş Faik, Çerkez Hurşit gibi zamanın kumarbazları, canını almak için Ahmet Rasim’i İstanbul’da köşe bucak aramaya çıkarlar.
Salâh Birsel, “Amerikalı Tolstoy” başlıklı denemesinde, bundan sonra Ahmet Rasim’in hafiyeler ile macerasını şöyle dökecektir sözcüklere:
“Bu olaydan sonra hafiyeler Ahmet Rasim’in ardını bırakmaz olurlar. O nereye, onlardan ikisi, üçü de oraya. ‘Şehir Mektupçusu’ onların kötülüğünden kurtulmak için her gün, sabahın köründe meyhaneye, küp dibine damlar. Önünde bir kadeh rakı, akşamı eder. Hafiyeler gelir, kapıyı aralarlar, birilerini arıyormuşçasına içeri bakarlar. Ahmet Rasim’i demleniyor sanarak giderler. Sonunda Ahmet Rasim’in gece gündüz rakıdan baş kaldırmayan bir ayyaş olduğuna vararak Yıldız’a o yolda jurnal sunarlar. Nedir, ‘Şehir Mektupçusu’, bir gün bu hafiyelere şaşırtmaca da verir. Galata rıhtımında kendisini izleyen görevlilerin önünde, iskeleye yeni yanaşan bir çifteye atlar, pazarlık mazarlık etmeden oradan uzaklaşır. Hafiyeler de ne yapacaklarını şaşırırlar.”
“Jurnal” bugün de yazılıyor mu?
Zamanla özü değil, biçimi değişti tabii…
Çevrenize iyi bakın…
Eskinin ‘jurnal” yazarlarının günümüzde nasıl birer “algı mühendisi” olduğunu göreceksiniz…

23 HAZİRAN 2016, BirGün


Hiç yorum yok: