Ressam Fahir Aksoy’a göre Nurullah Ataç,
“platonik âşığın tekidir.”
Aksoy ve arkadaşları bir gün Ankara
Kutlu’da otururlarken Ataç telaşla içeri girer. Hemen Orhan Veli’ye yönelerek,
“Senden bir ricam olacak!” der ve ekler:
“Biraz tuhaf ama, ben bu yaşta âşık
oldum. Kızın da bundan haberi yok, olmasını da istemem. Şimdi senden ricam, bu
kızın evini öğrenmendir. Ben kızın peşi sıra yalnız gidemem, benim yaşımda
birine uygun düşmez. Ama sen gençsin, anlaşılsa bile olağan karşılanır. Kız
biraz sonra buradan geçecek, peşinden gidip nerede oturduğunu öğrenebilir
misin?”
Gerçekten de kız on – on beş dakika
sonra önlerinden geçer.
Orhan Veli de Kutlu’dan çıkarak kızın
peşine düşer.
Biraz sonra da gelir:
“Kızın evini öğrendim, Ataç Sokak, 15
numarada oturuyor.”
Evi öğrenen Ataç, bundan sonra sık sık
Ataç sokağa gidecektir, üstelik kimi arkadaşlarını da yanına alarak…
Herkes de tutkuya dönüşen bu aşka saygı
duymaktadır.
Fakat bir gün büyü bozulur.
Ataç, yine kızın evinin kapısı önüne
geldiğinde Orhan Veli, “Beyefendi” der, “çok özür dilerim, sonradan araştırdım
ki, kız bu evde değil, bir öteki apartmanda oturuyormuş… O evde oturan bir
jandarma albayı imiş…”
Ataç, o anda deliye dönecek ve “Demek en
içten duygularımı dile getirdiğin yerde bir albay oturuyormuş? Ben şimdi sana
gösteririm!” dedikten sonra, şemsiyesini kılıç misali kullanarak Orhan Veli’nin
üzerine yürüyecektir.
Oysa şair olarak Orhan Veli, eleştirmen
Ataç’ın yere göğe sığdıramadığı şairlerin başında gelmektedir. Belki de bu olay
nedeniyle son yıllarında Orhan Veli ile dargındır. Pek geçinemezler.
Ne zaman Orhan Veli’nin adı geçse Ataç,
“Şakuli solucan” diyecektir.
Orhan Veli de Ataç için şöyle
yazacaktır:
“Nurullah Ata
Tring Galata
Soğan salata”
Cahit Irgat da “Notos Kitap”tan çıkan
anıları “Çok Yaşasın Ölüler”de Orhan Veli ile aynı kadını sevdiklerini
anlatmaktadır:
“Bir kadına tutkundum o sıra.
Bilmiyordum Orhan’ın da aynı kadına tutkun olduğunu. O bana küs gibiydi, soğuk.
Ben ona küs gibiydim, soğuk. Sonra sorduk kadına.
-Seni seviyorum, dedi kadın.
O uzaklaştı bizden uzun bir süre. Sonra
Lambo’da karşılaştık bir akşam, canciğer olduk o ölünceye kadar.” (s: 30)
Cahit Irgat, anılarında bir de dayak
olayı anlatmakta…
Yıl 1935-36’dır. Ankara Devlet
Konservatuarı yeni kurulmuştur. Sabahattin Ali diksiyon dersi vermektedir,
Irgat da onun öğrencisi… Dostlukları hoca-öğrenci ilişkisi dışında ileri
düzeydedir. Hatta Irgat Sabahattin Ali’ye şiirlerini okur, birlikte düzeltirler
de…
Birkaç yıl sonra okula Türkçe dersi
vermek için Cevdet Kudret gelecektir. Irgat’a göre Cevdet Kudret, “Türkçe
üzerine fonetik de öğretiyordur. Oysa kendi dili, kendi fonetiği bozuktur.
Bildiğini iyi bilmiyordur. Bilmediği için de öğretemiyordur.”
Bir süre sonra da araları bozulur, ama
Sabahattin Ali, Irgat’tan yüz çevirecek, Cevdet Kudret’in tarafını tutmaya
başlayacaktır.
Bunun üzerine nasıl Sabahattin Ali,
Almanya’da lise müdürünü dövmeye kalkmışsa, Cahit Irgat da Cevdet Kudret’e aynı
biçimde davranacaktır. Fakat Sabahattin Ali, Kudret ile birlikte olunca “kıçına
tekme”yi yiyecektir. Bu olay da Irgat’ın konservatuvar öğrenimini yarıda
bırakmasına neden olacaktır.
Cahit Irgat’ın anıları aslında 1968
yılında bir dizi yazı olarak yayınlanmıştı. Turgut Çeviker, anıları titiz bir
araştırma sonucu, Irgat’ın kimi yazıları ve ölümünün ardından yazılanları
ekleyerek “Çok Yaşasın Ölüler” başlığı ile gün ışığına çıkarmış bulunuyor.
Yalnız 55. sayfada başlıksız bir şiir
var, Akşam gazetesinde de 11.07.1968’de yayınlanmış. Çeviker, dipnotunda bu
şiirin Irgat’ın kitaplarında yer almadığını söylüyor. Oysa aynı şiir,
“Toprakta” başlığıyla Irgat’ın Adam Yayınları arasında 1991’de bütün şiirleri
olarak çıkan “Irgat’ın Türküsü” kitabının 61. sayfasında yer almakta ve şiir
şöyle:
Aynı renkte üstümüzde gökyüzü
Altımızda aynı toprak
Ve toprakta ölüler.
Ölüler, sorun yaşayanlara
Niçin ayrı gömüldüğünüzü
Bu arada “Siyasi-Edebi-İlmi Haftalık
Gazete Servetifünun Uyanış”ın 12 Birinciteşrin (Ekim) 1939 Perşembe tarihli
2251. sayısında, o zaman şiirlerinde “Cahid Saffet” adını kulnanan Cahit
Irgat’ın “Son Durak” başlıklı bir şiiri bulunmakta, ki aslında kitaplarında yer
almayan şiir de bu…
Kal…mecrasına giriyor vücud,
Tanrım kapısını açacak bana.
Dünyanda sen mevcud, ben nâmevcud;
Gitmeli Tanrının yoklamasına…
19
TEMMUZ 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder