26 Nisan 2012 Perşembe

RUHİ SU DİYE BİLİNDİ


Sesini ve sazını dinleme, kendisini tanıma mutluluğuna eriştim. 1960’lı yılların sonuydu. O yıllar Soyut dergisinde birlikte şiirler yazdığımız Günel Altıntaş ile gitmiştik. Geçmiş yıl, sanıyorum şimdinin Atlas Sineması’nın oralarda, yerin altında bir kulüpte çalıp söylüyordu. Sesi ve sazı, salonun karanlığında bir gece güneşiydi.
Yaşamını kısaca özetlersem, kim olduğunu anlayacaksınız.
1912’de Van’da doğar. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, ana-babasını yitirir. On yaşına kadar yoksul bir ailenin yanında yaşar. Daha sonra Adana Öksüzler Yurdu’nda yatılı okur. İlkokul dördüncü sınıfta keman çalmaya başlar.
1925’te Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’ni kazanmasına rağmen öksüzler yurdundaki öğrencilerin askere alınmasından dolayı İstanbul’da bir askeri okula gönderilir. Okuldan kaçarak Ankara’ya gidip müzik okumak ister, ancak yakalanarak geri gönderilir.
1935-36 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda görev yapar.
1936’da Musiki Muallim Mektebi’ni bitirir ve kemanı bırakarak şana geçer.
1942’de Devlet Konservatuvarı’nın Şan Bölümü’nü bitirir. Çeşitli okullarda öğretmenlik yapar. Ankara Radyosu’nda türkü programları düzenler. Devlet opera sanatçısı olarak birçok operada görev alır ve bu görevi 1952’de TKP davasından tutuklanmasına kadar sürer.
Asıl adı Mehmet’ti ama Ruhi Su diye bilindi.
Ve biyografisine bir not daha: Prostat kanseriydi, 12 Eylül yönetiminin engellemeleri yüzünden yurt dışında tedavi şansı bulamadı. 20 Eylül 1985 tarihinde de aramızdan ayrıldı.
Binlerce kişinin katıldığı cenaze töreni 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterilerinden birine dönüşür. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi, İstanbul siyasi şubede 15 gün gözaltında tutulur.
Ardında on altı 45’likle on bir uzunçalar bırakacaktır. Şiirleri, yazıları, konuşmaları ölümüne denk düşen günlerde “Ezgili Yürek” başlığı altında yayımlanır.
Her şeyden önce de bir ses, saz, söz ustasıdır. Şiiri de sesine, sazına, sö­züne katkıda bulunduğu ölçüde önemser, onu kullanır. Halk türkülerini derlerken, şiirle ilişkisi üzerinde de durur.
Burhan Arpad’ın Ruhi Su ile macerası ise bir insanlık nişanesidir…
Ruhi Su, 1952 güzünde “Aşık Veysel” filminde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. Ankara’da hiçbir tanıdığı olmadığı İstanbul’a getirilir. Günlerce hücrede kalır. Arpad, bu sırada Vatan gazetesinde muhabirdir; bin bir zorluğu aşarak “pijama üstüne palto giymiş, saçları karmakarışık, yüzü tıraşsız, adımları ve bakışları ürkek” Ruhi Su’yu İstanbul emniyetinde görür. Kucaklaşırlar. Ayrılırken Su, Arpad’a kirli çamaşırlarını verir, evde yıkansın diye…
Sonrasını şöyle anlatıyor Arpad:
“Evde bohçayı açtık. Kanlı bir yatak çarşafı vardı. Yıkamadık, yıllarca sakladık tavan arasında. Sonunda yaktık.”
Anıları yakmaya ise hiçbir ateşin gücü yetmiyor…
İçinde bulunduğumuz yıl, Ruhi Su’nun 100. doğum yılı…
Bu yılın büyük ustanın bir kez daha bütün yönleriyle anılmasına vesile olmasını diliyorum.

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Ahmet Soner’in yönettiği “Düşünen Tohum, Konuşan Toprak: Çifteler Köy Enstitüsü” başlıklı belgesel yarın 18.30’da Tepebaşı “Pera Müzesi”nde görülebilir.
*Irmaklar HES, dağlar maden şirketlerine satıldı. 2B Yasa Tasarısı’nın birinci bölümünün kabul edilmesiyle ormanları da satmanın yolu açılmış oldu. Ne diyeyim, ülkemize hayırlı olsun!
*Ölümden değil, ihtiyar olarak yaşlanmaktan korkuyorum.

BAŞLASIN 

Dünyaya gel 
İnsan başlasın 
Tanrıyı bul 
Korku başlasın 
Ağalık, beylik 
Bir bir başlasın 

Bin yıl, on bin yıl 
Bunca emek bunca yıl 
Nemrut bitirsin 
Süleyman başlasın! 

Sen ki dünyayı cennete çevirdin 
Dünyaya hükmün başlasın.

RUHİ SU 

26 NİSAN 2012, BİRGÜN

23 Nisan 2012 Pazartesi

BİR KÜLTÜR ARKEOLOGU İDİ


On beş gün İzmir’de kaldım. Önce Konak Belediyesi’nin düzenlediği Şiir Buluşmaları’nın onur konuğu idim. Ardından İzmir Kitap Fuarı’nda PEN Yazarlar Derneği’nin ödülünü aldım.
Arada üç gün de teyzemin kızı Oya’da misafirdim.
Teyzem iyi fal bakar, anneannemde iyi fal bakardı. Ondan el aldığını söyler.
Teyzeme inanırım da fala inanmam.
Birer kahve içtik, fincanın içini göstererek “Bak” dedi, “bu kuş çok yakında sana bir felaket haberi getirecek…”
Gerçekten de haber gecikmedi.
İki gün sonra, gece saat ikide eşim Bilge telefon etti.
Anlamıştım.
“Abim Mete’yi kaybettik” dedi.
Abisi S.Mete Türkben…
Eşimin 60 yıllık abisi, benim 30 yıllık arkadaşım, dostum…
25 Ağustos 1952’de Gaziantep’te dünyaya gelmişti.
Cumhuriyetin değerleriyle bezeli öğretmen bir anne ile Milli Eğitim Müdürü bir babanın tek oğlu idi.
Babası Rahmi Bey ile annesi Sabriye Hanım, oğullarının iyi bir eğitim alması için her türlü çabayı göstermişlerdi.
O da annesi ile babasını mahcup etmedi. Saint Joseph Lisesi’ni bitirdi, ardından da Siyasal Bilgiler’i…
Paris’te Uluslararası İlişkiler okudu. İtalya’da bulundu.
Dört dili çok iyi biliyordu.
Daha öğrenci iken başta sol literatürün önemli yapıtları olmak üzere birçok kültür kitabını Türkçeye kazandırmıştı.
Goşizme yüz vermeyen sıkı bir sosyalistti.
Entelektüelden öte gerçek bir aydındı.
Konuşmalarını esprilerle süsler, gülmeyi sever, sevenlerini kültürel zenginlikler ile besler, çevresini neşeye boğardı.
Dünyanın bütün kültür oluşum ve hareketleri hakkında bilgisi vardı, bilgisini abartmaz, paylaşmayı severdi.
Dergi, gazete sayfalarında kalan yüzlerce yazısı Mete’nin bir kültür arkeoloğu olduğunun belgesidir.
Hangi konu olursa olsun inceler, araştırır, kültür birikimi ve donanımı ile süslerdi,
30 yıl Hürriyet’in çeşitli dergilerinde yöneticilik yaptı. Son görevi Doğan Burda Rizzoli yayın yönetmenliği idi.
Bir süredir karaciğerinden rahatsızdı.
Ölümünden iki gün önce kızkardeşine “İstanbul artık sıkıcı oldu” demiş, “buralardan gidelim, Ege’de bir kıyı kasabasına yerleşelim. Refik yazılarını oradan yazar, ben da çalışmalarımı orada sürdürürüm.”
Olmadı, ecel hükmünü vermişti…
Ölüm nedeni kayıtlara “karaciğer sirozu” olarak geçti.
Geçen pazartesi günü Hekimbaşı mezarlığında annesinin koynuna bırakıldı bedeni…
Mezarı başında hocanın söylediği bir cümle hâlâ kulaklarımda: “Kıldan ince Sırat köprüsünden bu gece şimşek hızıyla geçer inşallah…”
Doğruydu.
Gerçekten de 60 yılı bulan ömrüyle hayat köprüsünden ve hayatımızdan bir şimşek hızıyla geçip gitmişti işte…  

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Yirmi iki ülkeden 61 sanatçı Viyana’nın tarihi saraylarından olan Palffy’de, 2011’de açılan ve fantastik eserlerin sergilendiği Phantasten Museum’da buluştu. 14 Nisanda başlayan etkinlikte ressam Can Göknil’in muska ve tılsım konulu yapıtları da yer almakta…
*ÇEKÜL Vakfı arşivi ve ÇEKÜL gönüllüsü mimar Y.Metin Keskin’in fotoğraflarından ve yine Y.Metin Keskin’in suluboya çizimlerinden oluşan “Kendini Koruyan Kentler Sergileri Sivas”, 30 Nisana  kadar Beyoğlu’ndaki ÇEKÜL Evi’nde görülebilir.
*Eşim Bilge’nin abisi, oğlum Alican’ın biricik dayısı, kayınbiraderim S.Mete Türkben’in vefatı nedeniyle başsağlığı dileyen, cenazesine gelen, çelenk gönderen dostlarıma, arkadaşlarıma ailem adına teşekkürü bir borç biliyorum.

KARŞILIK

Sana özgü bir hayat idi
yaşadım ve yaşadığım

Bana özgü bir ölüm şimdi
hasretinde hayatım

19 NİSAN 2011, BİRGÜN

17 Nisan 2012 Salı

TİCARETİN KALBİ ÇARŞILAR


“Çarşı-yı Kebir” dermiş eskiler... “Pera” dilindeyse “Büyük Çarşı.” Orhan Veli şiirini yazdığından beri “Kapalı Kutu”, yani halkın günlük yaşamındaki adıyla bugün “Kapalıçarşı” olarak anılmakta…
Ben saymadım, öyle yazıyor kitaplar…
Yollar ve yolların yanında sıralanmış dükkânlar...
Yolların çarşı sınırına ulaşan uçları kapılar ile bitiyor.
On sekiz kapısı var.
Dar sokaklardan geniş caddelere kadar değişik boyutlardaki 61 yol üzerinde 300 dükkân bulunmakta...
Bir de yol ağızlarında mekân tutmuş üstü açık “dükkân”lar var ki, onların sayısını kitaplar dahi bilmiyor.
Dr.Ayşen Şatıroğlu ile Dr.Oya Okan “Çarşı –Esnaf Kapalıçarşı” başlıklı çalışmalarında Anadolu coğrafyasında ve Osmanlı imparatorluğunun sınırları içinde çarşıların temel öğesi olan esnaf örgütlenmesinin tarihsel izleri üzerinden esnaf kültüründeki değişimi belirlemeyi amaçlıyorlar. (İstanbul Ticaret Odası Yayınları)
Çalışmanın ana eksenini de “Kapalıçarşı” oluşturmakta…
İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş’ın altını çizdiği gibi, çarşılar her zaman alışverişin nabzının attığı mekânlar olmuştur. Çünkü çarşılar yalnızca ticaretin değil, aynı zamanda sosyal hayatın da şekillendiği yerlerdir. Çarşılarda yalnızca alışveriş yapılmaz, kentin güvenliğinden dinsel gelişmelere bütün sosyal sorunlar da ele alınır.
Hüseyin Öztürk’ün “Tarihin ve Medeniyetin Beşiği Çarşılar” çalışması da bir anlamda “Çarşı –Esnaf Kapalıçarşı” kitabını tamamlar nitelikte… (İstanbul Ticaret Odası Yayınları)
Öztürk, Osmanlı devletinin çarşı ve esnaf kültürünü mercek altına alırken ilginç bilgiler de veriyor.
Örneğin dünyanın ilk borsası bugün Kütahya sınırlarında bulunan Aizanoi antik kentinde kurulmuştur ve borsa, M.S. II. yüzyılın ikinci yarısında tahıl pazarı olarak kullanılmıştır.
Konya, 1868 yılına kadar düzenli bir çarşı kültürü ve mimarisine rastlanan bir kenttir. 1868’de geçirdiği büyük bir yangınla bedestenlerin ve yan çarşıların büyük bölümünü kaybeder. Konya Valisi Burdurlu A.Tevfik Paşa, yangın sonrası çarşıyı düzgün ve planlı bir biçimde yeniden inşa ettirir.
Ahilik kültürü bütün Anadolu’yu donatırken, Konya’ya da uğrar. Fakat Konya’da Ahiliğe benzer bir başka Ahilik kimlik kazanır.
Çünkü Konya’da ilk kez bir “Çarşı Ağalığı” uygulaması hayata geçecektir. “İhtisap Ağalığı” da denilen “Çarşı Ağalığı”, Konya’nın ilk yönetim teşkilatı olur ve 1876’da belediye haline dönüştürülerek Konya Belediyesi kurulacaktır.
Beyşehir’de bir “kar havuzu” bulunmaktadır.
Peki, nedir “kar havuzu?”
Birincisi “Selçuklu geleneklerinin devamı olan sembolik bir avlu ya da havuzdur.” İkincisi “kar deposu”dur. Camideki sedir ağaçlarının nem gereksinmesini gidermesi, kuruyup çatlamasını önlemek için düşünülmüş bir kuyu olduğu söylenmekle birlikte yazın halkın soğuk su içmesi içinde yapıldığı rivayet edilmektedir.
Küreselleşen dünyamızda ne yazık ki, artık çarşıların yerini AVM’ler almakta…

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Ressam Hüsamettin Koçan’ın kuruculuğunu yaptığı Bayburt’taki “Baksı Müzesi”, 2012 etkinliklerini “Mesafe ve Temas” başlığı altında düzenleyecek.  Çağdaş sanat ile geleneksel el sanatlarına aynı çatı altında yer veren bu müze, haziran ayından itibaren izleyicisiyle buluşacak olan sergi ve atölye çalışmalarını sanat, tasarım, moda ve yemek kültürü olmak üzere dört farklı düzlemde gerçekleştirmeyi amaçlıyor.
*TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, mimarlık kent ve çevre kültürünü çocuklarla paylaşmak, çocuk kültürü ile mimarlık kültürünü buluşturmak amacıyla 2002’de başlattığı ve 20 bin çocukla yürütülen “Çocuk ve Mimarlık Çalışmaları’nı anlatan bir belgesel hazırladı. Belgeselin gösterimi geçen günlerde Ankara Sanat Tiyatrosu’nda kutladı.

KUM

Henüz kurumadan güneşin turunç kumu
bugün de hülyasından damıt uykumuzu…

12 NİSAN 2012, BİRGÜN

İZMİR, ŞİİRİN ANAYURDU


Geçen yıl TÜYAP İzmir Kitap Fuarı onur konuğu olduktan sonra İzmir’den ayrılırken şöyle demiştim: “Elveda”mı bırakmıyorum sana, çünkü “veda” yoktur senin sözlüğünde... Kalbim, hasretinin bekçisi zaten...
Bugün de “VII. Uluslararası İzmir Şiir Buluşması”nın onur konuğu olarak bir kez daha İzmir’deyim.
Anılarımın kan kardeşi İzmir… İlkgençliğimin, ihtiyar ve bahtiyarlığı İzmir… Melteminde uçurtma uçurduğum, imbatında ilk şiirlerimi yazdığım İzmir…
Princeton Üniversitesi’nden Molly Greene, Akdeniz’den söz ederken “17. yüzyılın kaotik ve şiddet dolu koşullarından yararlanmasını bilen iki büyük ticaret merkezi”nden söz eder.
Biri, çokuluslu bir liman olarak Floransalı Medici ailesinin kurduğu Livorno, öteki nüfusu aynı yüzyılda sekiz kat artarak Felemenkli, İngiliz, Fransız ve İtalyan tacirlerin gözde yerleşim merkezi, Greene’nin deyişi ile “Livorno’nun Müslüman dünyasındaki dengi” İzmir...
Bir başka anlatımla İzmir, Doğu âleminin Batı dünyasına açılan kapısı... Şimdi bu kapının önünde “Uluslararası Şiir Buluşması” nedeniyle bir kez daha şairler durmakta...
Geçen “buluşma”nın konuk ülkesi Makedonya, onur konuğu ise Ülkü Tamer’di. Bu yılın konuk ülkesi ise Ege’nin “karşı yaka”sının, Yunanistan’ın günümüz çağdaş şairleri: İro Nikopoulou, Kleti Sotiriadou, Sotiris Pastakas, Aristea Popaleksandru, Dimitra Christodoulou, Matina Moshovi…
Üç gün sürecek şiir etkinlikleri şöyle özetlemek mümkün…
Bir bölümünü bale, film, dans gösterileri oluşturmakta…
“Thedoros Angelopoulos Anısına” film, Ilgıt Şimşek ile Mahmut Zengin’in dans gösterisi bu kategoride…
Bir başka bölümde şiir üzerine tartışmalar, söyleşiler, toplantılar bulunmakta… Cevat Çapan’ın yönetip Aristea Popaleksandru, Dimitra Christodoulou, Kleti Sotiriadou, Mehmet Çetin’in katılacağı “Seferis, Kavafis, Ritsos Aramızda” bu tartışmalardan biri…                                                                          
“Şiir ve İtiraz”, “Şiir ve Sinema”, “Kazık Bir Soru: Şiir Kaç Para Eder?”, “Şiir ve Cinsiyetçi Söylem”, “Şiir Sokağa Çağırıyor” yine tartışma konularından…
Neşe Yaşın’ın yönetip İro Nikopoulou, Tozan Alkan, Matina Moshovi ve Sotiris Pastakas’ın katılacağı oturumda çağdaş Yunanistan şiiri irdelenecek…
Düş Gezginleri ve Erhan Doğan Jazz Project konser verecek, Haluk Çetin “Dünya Şairlerinden Ezgiler” seslendirecek…
Ahmet Telli şiir, Sezai Sarıoğlu da “Şiire Çay, Çaya Şiir Karıştıran Şair” üzerine konuşacaklar.
Ve şairler şiirlerinin küllerini savuracaklar sokaklara…
İzmir şiirin anayurdu çünkü ve şiir yakışıyor İzmir’e…

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*“VII. Uluslararası İzmir Şiir Buluşması”nın yarın saat 12.50’de Dr.Selahattin Akçiçek Eşrefpaşa Kültür Sanat Merkezi’nde yapılacak açılış konuşmasını Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan ile Yunanistan’ın İzmir Konsolosu Thedoros Tsakiris yapacaklar. Ödül töreninin ardından Namık Kuyumcu’nun yönetip Doğan Hızlan, Haydar Ergülen ve Hüseyin Peker’in katılacağı “Refik Durbaş’ın Şiir Yolculuğu” başlıklı bir toplantı gerçekleştirilecek… Ardından İnci Asena, Durbaş’ın şiirlerini seslendirecek… Toplantı sonrası hasret gidermek için İzmirli arkadaşlarımı, okurlarımı, sevenlerimi bekliyorum.
*Sabahattin Ali, ölümünün 64. yılında 2 Nisan Pazartesi günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen bir törenle ailesi, dostları ve arkadaşları tarafından anıldı. Gecede Ali’nin hayat hikâyesini anlatan ve yapımcılığını Metin Avdaç’ın yaptığı belgesel gösterildi; Işık Yenersu ve Rutkay Aziz de şiirlerini seslendirdiler.
*İhtiyar ile bahtiyar arasında uçurum yoktur.

İZMİR

Kan kardeşi hayatın
armağanı anıların
yasemen kokar

Ay dolanır şavkı vurur
meltemin sabahına
akşamın imbatına  

İzmir yaşar ve yaşanır
ömrüm, İzmir misali
yasemen kokar

Ay çıplaktır, ışığı da
İzmir hem ay
hem ayın ışığı kokar 

05 NİSAN 2012, BİRGÜN