9 Şubat 2017 Perşembe

ORHAN KEMAL’İN KİŞİSEL TARİHİ…

 “1953-54 kışı. Vakit gece. Dışarda sulusepken, kendini Haliç Feneri’nin ahşap evleriyle ıssız sokaklarına kaldırıp kaldırıp vuruyor. Tükürseniz donacak bir soğuk hâkim dünyaya. Karımla çocuklarım, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirlerine sokularak çoktan uykuya geçmişler.”
Ev kirası ayda kırk liradır; cebinde tramvay parası bile yoktur.
“Bir ara, kendini sigorta ettirip bir hususi’nin altına atmak, bu suretle sigortadan alınması mümkün parayı çocuklarına bırakmak gibi çılgınca fikirler”e kapılır.
Ve o gecenin ayazında, gazocağında ısınarak “72. Koğuş”u yazar ve ertesi gün su bardağında bilediği jilet ile tıraş olduktan sonra (Evser teyzemin eşi Ekrem Bey de böyle tıraş olurdu) Cağaloğlu’na çıkar, hikâyesini satmak için…
Umudu, hikâyesini verdiği dergi yöneticisinden alacağı küçük bir avanstır; çünkü avans et, ekmek, bir şişe Marmara şarabı ile bir avuç mangal kömürü demektir.
Ama karşılığı “Eserinizi okuyalım. Mümkünse bize yarın uğrayın,” olacaktır.
Ertesi gün gittiğinde dergi sahibinden değil de odacısından “Sanat müşavirimiz müstehcen buldu, müsveddelerinizi buyurun!” yanıtını alınca şöyle diyecektir:
“Elimde müsveddem, dolaşan ayaklarımla magazin idarehanesinden çıkıyorum. Kar dinmiş, güneş soğuğu kırmış. Dünya pırıl pırılmış. Bana ne? Bu pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzağım ki; alamadığım avanstan çok, yaptığım işin anlaşılamaması...”
O adı bilinmez “müşavir”in “müstehcen” bulduğu hikâyeyi Orhan Kemal’in yazdığını, “72. Koğuş”un da bugün edebiyatımızın başyapıtlarından biri olduğunu söylemeye gerek var mı?
Işık Öğütçü, “Önemli Not!” başlıklı kitapta babası Orhan Kemal’in kişisel tarihinin gün yüzüne vurmasına aracılık ediyor. (Everest Yayınları)
“Önemli Not!” iki bölümden oluşmakta:
Birincisi, Orhan Kemal’in yarım kalan “Murtaza 2” ve “93 Harbi” romanları; ikincisi, seçilmiş düzyazıları…
Öğütçü, “Murtaza 2’de babam bize anlattığı kadarıyla, Müfettişler Müfettişi ve Üçkâğıtçı’nın kahramanı milletvekili Kudret Yanardağ ile Murtaza’yı Ankara’da, Meclis’te karşı karşıya getirecekti…” diyor.
“93 Harbi” ise Orhan Kemal’e göre “Romancının Romanı”…
Üzerinde on yıldır çalıştığı ve dört cilt olarak tasarladığı bu romanda da babaannesinden başlayarak Osmanlı dönemindeki Jön Türkleri, aydınların kanunsuzluklara karşı hareketlerini, babasının yaşam serüveni içinde Osmanlı devletinin çöküşünü, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, babasının siyasi çalışmalarını, yurt dışına gidişini, demokrasiye geçişi, çok partili dönemi, 6-7 Eylül olaylarını ve 1960 İhtilali’ni anlatacakmış…
Bir büyük nehir-roman yani…
Işık Öğütçü’nün de dediği gibi, yakın tarihimizin bir romancı gözüyle panoraması olacaktı.
 Orhan Kemal’in “seçilmiş düzyazıları” ise onun ne kadar iyi bir gözlemci olduğunun kanıtı...
İkbal Kahvesi, özellikle Tahtakale üzerine yazdıkları yakın zaman İstanbul’unun olağanüstü bir fotografisi…
Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı ve Asaf Çiyiltepe üzerine yazdıkları ise sanatçı duyarlılığının bir göstergesi…
Ve kendi kaleminden hayat ve sanat serüvenini anlattığı yazısı, ki yapıtlarını okuyacaklar için hayatının ve sanatının kapılarını açacak bulunmaz bir anahtar…

CEBİM NE ZAMAN PARA GÖRÜR?

Mehmed Kemal, bir “öğle rakısı”nda anlatmıştı.
Yarattığı “Murat Davman” adlı kahramanın maceralarını anlattığı, bir dönemin polisiye roman yazarı, gazeteci Ümit Deniz ile bir “öğle rakısı”nda buluşurlar.
Birkaç kadeh içip sohbet edeceklerdir.
Mehmed Kemal, lokantanın bir köşesinde Orhan Kemal’in demlenmekte olduğunu görür.
Ünlü romancımızın önünde bir büyük kalkan...
İştahla kalkanı yerken rakısını da yudumlamakta...
Kalkan bitince Orhan Kemal bir tane daha söyler.
Bu, Ümit Deniz’in de dikkatini çeker, “Kalkan güzel mi?” diye sorar.
“Nefis” der Orhan Kemal yalnızca...
Bunun üzerine birer tane de Mehmed Kemal ile Ümit Deniz söylerler...
Ama önlerindeki balıktan daha iki çatal almışlardır ki, Orhan Kemal bir kalkan daha sipariş eder. Üçüncü kalkanı da görünce Ümit Deniz dayanamaz artık...
“Yahu Orhan” der, “anladık balık güzel, ama sen kalkandan başka bir şey yemez misin?”
Orhan Kemal, gözlerinin içi gülerek, “Geçen yıl, bir bu zaman yemiştim” der ve ardını getirir:
“Bu yıl ilk kez yiyorum. Gazetenin birine bir roman iteledim. Parasını da aldım. Şimdi kalkan mevsimi… Güzelce bir kalkanın lezzetine varayım. Bir daha romanımı kim alır, kim para verir, benim cebim ne zaman para görür, ne zaman bir daha kalkan yerim? Anladınız mı şimdi niye doyasıya kalkan yediğimi?”

09 ŞUBAT 2017, BirGün


Hiç yorum yok: