Gül, Türk şiirinde
çok kullanılan “mazmun”lardan biri. Divan şiirinde Hz. Muhammet’in simgesi sayılır.
Ayrıca, “Bütün ağaçların nuru, bütün çiçeklerin şahı” olarak nitelendirilir.
“Gül” imgesi çağdaş şiirimizde tartışmalara da konu
olmuştur.
Enver Gökçe’nin
“kızıl” gülleri (Saçlarına / Kızıl güller takayım, / Salın da gel, / Bir o
yana, /Bir bu yana) ile Ahmed Arif’in “kan” gülleri bu tartışmalardan biridir: (Saçlarına
kan gülleri takayım, / Bir o yana, / Bir bu yana...) Tartışmanın merak konusu
ise “gül”
imgesini hangi şairin daha önce kullandığıdır. Bunu Ahmed Arif’e sorduğumda şöyle yanıtlamıştı:
“Bu ne onun (yani Gökçe’nin) ne de benim. Bu,
halk şiirinde geçen bir dizedir.”
Peki, “gül”ün anayurdu neresidir?
“Sağlık
Tarihi” alanında önemli çalışmaları bulunan Prof.Dr.Nuran Yıldırım, Osmanlı
kaynaklarının 16. yüzyıldan itibaren Edirne’nin gül bahçeleri ve gülsuyu
hakkında bilgiler verdiğini belirtmektedir.
Yıldırım’a göre tarihçi Abdurrahman Hibrî,
1635’te tamamladığı ve Edirne tarihini anlattığı “Enîsü’l-Müsamirîn” adlı yapıtında
“Her yörenin ünlü bir ürünü olur. Bunları İstanbul’un ileri gelenlerine ve
saygın kişilere armağan eder. Edirne yoksul bir şehir olduğu için değerli bir
ürünü yoktur. Bahar mevsimlerinde gül bahçelerinden elde edilen ve kokusu miske
benzeyen gülsuyu armağan olarak verilir” demektedir.
Evliya
Çelebi de “Seyahatname”sinde Edirne’nin her tarafının gül ve sümbül kokuları
yükselen, cennet bahçelerine benzer gülistanlarla örülü olduğunu dile
getirmektedir.
Yine
Yıldırım’ın saptamalarına göre Edirne
gülü, bir Türk tüccar tarafından 17. yüzyılın sonlarında Bulgaristan’a
götürülmüş ve Kızanlık’ta kurulan gülsuyu-gülyağı tesisleri 200 yıl faaliyet
göstermiştir.
Ben de 80’li yılların ortalarında bir
Bulgaristan gezisinde Kızanlık’taki gül festivaline tanık olmuştum.
Dünyanın
çeşitli ülkelerinden gelen kırk kadar gazeteci-yazar, bir hafta kadar
Bulgaristan’ın önemli turizm merkezlerini dolaştıktan sonra Kızanlık’ta
konaklamıştık.
Kızanlık
Gül Vadisi kırmızı,
beyaz, sarı, turuncu, mercan, pembe, mavi, lila, mor binlerce gülün bir çiçek
tufanı idi.
Kızanlık, bu haliyle dünyanın sayılı gül sanayi
merkezlerinden biri. “Bulgar altını” ya da “altın sıvı” diye de adlandırılan
gül yağının dünya üretiminin yüzde 85’i de burada yapılmakta...
Gül
festivali 1903 yılından beri her yıl
Haziran ayının ilk haftasında düzenlenmekte. Gül kraliçesinin seçilmesi ile
başlayan festivalde ayrıca konserler ve folklor gösterileri de yer almakta. Festival
gül kraliçesinin seçilmesi ve final konseriyle sona ermekte…
Biz
festivale geldiğimizde kraliçe belirlenmişti, ancak kapanış kortejine
yetişebilmiştik.
Tekrar
Yıldırım’ın araştırmasına dönelim.
1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle Bulgaristan’ı terk eden Türkler yanlarında
getirdikleri gül fidanlarıyla iskân edildikleri; Bursa, İzmir, Isparta,
Burdur’da gül bahçeleri kurup gülcülük yapmaya başlıyorlar. Bu nedenle de halen
Isparta’da ve Burdur’da yapılmakta olan gülsuyu-gülyağı üretimi Edirne-Kızanlık
gülcülüğünün devamı sayılmakta…
Yıldırım,
ayrıca Edirneli kadınların İstanbul-Kapalıçarşı önünde büyük bakır kazanlar
içinde gülsuyu sattığını da belirtmektedir.
Aklıma
takıldı.
Trakya
bölgesi “roman” yurttaşlarımızın anayurdu gibidir ve bunların büyük çoğunluğu
geçimlerini başta “gül” olmak üzere çiçek satarak sağlamaktadırlar. Bu yaşam
biçimlerinde Edirne gülcülüğünün bir katkısı olmuş mudur acaba?
Sahi, bir
de yalnız Halfeti’de yetişen “siyah gül” var.
Onun
macerası kim bilir nicedir?
ARKA KAPI
Yağmurlar
mevsiminde
Gül
kokusunda ne var?
Yalnızlıklar
ikliminde
Acılar bir
de ömrüm
Karşılıksız
aşklar gibi
Geçti gitti
baharlar
Bir sevda
kaldı bir de ben
Hüzünler ve
de ömrüm
Kapının
önünde: Refik
Gül
kokusunda kan var
Kapının
ardında: Durbaş
Bir de ömrüm
ey ömrüm
24
EYLÜL 2015, BirGün