15 Aralık 2012 Cumartesi

BİR “TARİHİ ROMAN” OLAYI…


Şiire başladığım yıllarda, özellikle 1962’den itibaren gidip gelirdim, ama bir gazetede resmen çalışmaya 1967 yılında, “Yeni İstanbul”da başladım.
“Yeni İstanbul” aslında 1950-60 arası mavi başlıkla çıkan, özellikle edebiyatçıların yer aldığı, ilk kez ekonomi sayfası hazırlayan, az satan fakat etkili bir gazete idi. Yönetim yeri Cağaloğlu dışında, Şişhane’de.
“Yeni İstanbul”da işe başladığımda sahibi Kemal Uzan görünüyordu, gazeteyi ise doktor olduğu söylenen Yavuz Uzan yönetiyordu.
Çalıştığım iki yıl içinde gazetenin yazı işleri sürekli değişti.
O yıllarda yolu “Yeni İstanbul”a düşmeyen gazeteci yok gibidir.
Murat Sertoğlu, pehlivan, aşk, tarih olmak üzere günde 4-5 tefrika ile gazetenin neredeyse bir sayfasını doldururdu. Bunları da genellikle eski harflerle yazardı. Osmanlıca bilen tek dizgici haliyle hepsini yetiştiremezdi. Ben her gece iki sayfayı yeni yazıya çevirirdim. Bu sayede de “tefrika”nın künhüne varmıştım.
Tefrikada önemli olan son paragraftı. Özellikle pehlivan tefrikası ise başlarda istediğin kadar kuşlardan, böceklerden, havanın güzelliğinden söz et, önemli değil. Fakat son paragrafa geldiğinde, güreşçinin biri kündeye gelecekse, orada kalacak ve okur merak edecektir. Ertesi gün yine kuşlardan, havaların güzelliğinden başla söze, ama son paragrafta okur yine merakta kalmayacaksa o tefrikadan hayır gelmez.
O yıllar televizyon yok, haliyle diziler de. Bugünün dizi merakını tefrikalar giderirdi. Tefrika sayesinde de gazete okur kazanırdı.
Bir de “Anjelik” tefrikası vardı, dört yüz küsur günden beri süren…
Bir gün Murat Sertoğlu ve ekibi gazeteden ayrıldı, “Anjelik”i çeviren Tanju adlı genç gazeteci de…
Tefrikalar yarım kalmıştı.
İmdada Erdoğan Tokmakçıoğlu yetişti.
“Çingene Pilici” adlı öykü kitabıyla şöhret bulmuş Tokmakçıoğlu, gazeteciliğin her dalında çalışmış bir yazı emekçisi. Sıkı da bir içkici…
Sabahleyin, Şişhane’de Sinagog’un karşısında “ayakçı”larda buluşulur, bir elma dörde bölünerek iki bardak “afyonlu” şarap yudumlanırdı. O sırada Tokmakçıoğlu, ileride yazacağı iki romandan, “Sirkeci Aslanları” ile “Beşiktaş’ın Orta Halli Kızları”ndan uzun uzun söz eder, ardından tefrikaların kurgusunu yaparak yazmaya başlardı.
Sertoğlu’nun tefrikaları kolayca halledildi, pehlivanın biri galip getirilerek, fakat “Anjelik”i çözmek zor. Olaylar Napolyon döneminde geçiyor. Bir sürü entrika vardı. Üstelik çevirmeninden başka da kimse okumamış; ne başı biliniyor, ne sonu…
Tokmakçıoğlu’nun yazdıklarından birkaç gün sonra okurlardan mektup bombardımanı başladı.
Dört yüz küsur gündür öpüşmeyen “Anjelik”, şimdi ne olmuştu da tül perdeler ardında her türlü aşk rezaletini yaşıyordu?
O masum “Anjelik” nasıl birkaç gün içinde neredeyse bir fahişeye dönmüştü.
Ama üstat onu da halletti ve tefrika birkaç gün içinde nihayete erdi.
 Şimdilerde “tarih” üzerine çok konuşuluyor; olaya bir de bu açıdan bakmakta yarar var…
  
13 ARALIK 2012, BİRGÜN

Hiç yorum yok: