Şiire başladığım yıllarda,
özellikle 1962’den itibaren gidip gelirdim, ama bir gazetede resmen çalışmaya
1967 yılında, “Yeni İstanbul”da başladım.
“Yeni İstanbul” aslında 1950-60
arası mavi başlıkla çıkan, özellikle edebiyatçıların yer aldığı, ilk kez
ekonomi sayfası hazırlayan, az satan fakat etkili bir gazete idi. Yönetim yeri
Cağaloğlu dışında, Şişhane’de.
“Yeni İstanbul”da işe başladığımda
sahibi Kemal Uzan görünüyordu, gazeteyi ise doktor olduğu söylenen Yavuz Uzan
yönetiyordu.
Çalıştığım iki yıl içinde
gazetenin yazı işleri sürekli değişti.
O yıllarda yolu “Yeni İstanbul”a
düşmeyen gazeteci yok gibidir.
Murat Sertoğlu, pehlivan, aşk,
tarih olmak üzere günde 4-5 tefrika ile gazetenin neredeyse bir sayfasını
doldururdu. Bunları da genellikle eski harflerle yazardı. Osmanlıca bilen tek
dizgici haliyle hepsini yetiştiremezdi. Ben her gece iki sayfayı yeni yazıya
çevirirdim. Bu sayede de “tefrika”nın künhüne varmıştım.
Tefrikada önemli olan son
paragraftı. Özellikle pehlivan tefrikası ise başlarda istediğin kadar
kuşlardan, böceklerden, havanın güzelliğinden söz et, önemli değil. Fakat son
paragrafa geldiğinde, güreşçinin biri kündeye gelecekse, orada kalacak ve okur
merak edecektir. Ertesi gün yine kuşlardan, havaların güzelliğinden başla söze,
ama son paragrafta okur yine merakta kalmayacaksa o tefrikadan hayır gelmez.
O yıllar televizyon yok, haliyle
diziler de. Bugünün dizi merakını tefrikalar giderirdi. Tefrika sayesinde de
gazete okur kazanırdı.
Bir de “Anjelik” tefrikası vardı,
dört yüz küsur günden beri süren…
Bir gün Murat Sertoğlu ve ekibi
gazeteden ayrıldı, “Anjelik”i çeviren Tanju adlı genç gazeteci de…
Tefrikalar yarım kalmıştı.
İmdada Erdoğan Tokmakçıoğlu
yetişti.
“Çingene Pilici” adlı öykü
kitabıyla şöhret bulmuş Tokmakçıoğlu, gazeteciliğin her dalında çalışmış bir yazı
emekçisi. Sıkı da bir içkici…
Sabahleyin, Şişhane’de Sinagog’un
karşısında “ayakçı”larda buluşulur, bir elma dörde bölünerek iki bardak
“afyonlu” şarap yudumlanırdı. O sırada Tokmakçıoğlu, ileride yazacağı iki
romandan, “Sirkeci Aslanları” ile “Beşiktaş’ın Orta Halli Kızları”ndan uzun
uzun söz eder, ardından tefrikaların kurgusunu yaparak yazmaya başlardı.
Sertoğlu’nun tefrikaları kolayca
halledildi, pehlivanın biri galip getirilerek, fakat “Anjelik”i çözmek zor. Olaylar
Napolyon döneminde geçiyor. Bir sürü entrika vardı. Üstelik çevirmeninden başka
da kimse okumamış; ne başı biliniyor, ne sonu…
Tokmakçıoğlu’nun yazdıklarından birkaç
gün sonra okurlardan mektup bombardımanı başladı.
Dört yüz küsur gündür öpüşmeyen
“Anjelik”, şimdi ne olmuştu da tül perdeler ardında her türlü aşk rezaletini
yaşıyordu?
O masum “Anjelik” nasıl birkaç gün
içinde neredeyse bir fahişeye dönmüştü.
Ama üstat onu da halletti ve tefrika
birkaç gün içinde nihayete erdi.
Şimdilerde “tarih” üzerine çok konuşuluyor;
olaya bir de bu açıdan bakmakta yarar var…
13 ARALIK 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder