Melih Cevdet Anday,
“Yılbaşı sıradan bir gündür, çünkü doğanın ayı, yılı yoktur ama, biz o gün
seviniyoruz, gülüyor eğleniyoruz ya, yeter bize. İnsan mutlu günler yaratmış,
böylece doğanın biteviyeliğini yenmiştir, ona katkıda bulunmuştur, İşte
‘kültür’ dediğimiz de budur.” diyor.
Peki, kökeni çok
eskilere dayanan böylesine “sıradan” bir gün, nasıl oluyor da dünyanın hemen
her yerinde eksilmeyen bir coşkuyla kutlanıyor?
“Ansiklopedi”lerin
verdiği bilgilere göre ise “yılbaşı, genellikle nefis köreltme, arınma,
canlanma ve yenilenmeyi temsil eden törenleri kapsamakta...”
Melih Cevdet, bunu “ölüme
karşı direnme” olarak yorumluyor. Ama zamanla “nefis köreltme” niteliği ortadan
kalkıyor ve yılbaşı gecesi her yerde bolca yemek ve içmek üzere geçiyor.
Bilinen ilk yılbaşı
kutlamaları için yine “ansiklopedi”ye başvuralım:
“Bilinen ilk yılbaşı
kutlamaları, Babil’de baharın mart ortasına, Asur’da ise güzün eylül ortasına
en yakın yeni-ayda yapılırdı (İÖ 2000). Mısırlılar, Fenikeliler ve Persler
yılbaşını 21 eylülde, Yunanlılar ise İÖ 5. yüzyıla kadar 31 aralıkta kutlardı.
Roma’da Cumhuriyet döneminde, 1 martta başlatılan yeni yıl İÖ 153’ten sonra
resmi olarak 1 ocağa alındı. Bu uygulama Julyen takviminde de (İÖ 46)
sürdürüldü.”
Yılbaşının eskilerde
“eylül”de kutlanması, eylül 2000’de Adam Yayınları arasında çıkan “Hatıram
Olsun” kitabımda yer alan “Yeni Yıl Günleri” başlıklı şiirimi hatırıma getirdi.
Şiir şöyle: “Bir
yeni yıla daha / eylül geldi / sevgime sevgin geldi / bana, sen geldin //
Güllerle süsledim günleri / seni, sevincim ve sevdamla / beni yalnızlığımla /
süslediğim günler geldi // Günlere eylül geldi / bir yeni yıla daha / ömrüme
ömrün geldi / sana, ben geldim”
Belli ki bu şiiri
bir yeni yılın arefesinde yazmışım. Ama niye “ocak” değil de, “eylül” demişim?
Herhalde Mısırlıların, Fenikelilerin, Perslerin yılbaşını “eylül”de
kutlamalarına bir gönderme olsun diye değil... Ayrıca bir “aşk” şiirinde böyle
bir düşüncenin yer almasının ne gereği var? Uydurmuşum demek ki...
Zaten Melih Cevdet
de “Takvimimizin yapay olduğunu bilecek kadar aklım var. Uydurmadır bütün
bunlar.” diyor ve ekliyor sonra, “Ama insanoğlu, kültürünü işte böyle uydura
uydura yaratmıştır.”
Şiir “uydurma”
olabilir, aslında biraz “uydurma”dır da... Fakat, yüzyıllardır canlanma ve
yenilenmenin simgesi olarak kutlanan “yılbaşı” için uydurma diyebilir miyiz?
Sözün kemendi hangi
koyaklardan geçti de “yılbaşı”nın ayaklarına dolandı. Oysa ben, çocukluğumun
yılbaşılarından bahsedecektim. İç içe yaşadığımız komşularımızla nasıl “at
yarışı”, “tombala” oynadığımızı anlatacaktım.
Ama biliyorum ki, bu
uydurma bir düş, gerçekleşmesi olanaksız bir eylem... Fakat, ömürden bir günü
de bir gece için olsun sevdiğimiz birine armağan etmeye engel değil...
Bu yılbaşı siz de
öyle yapın, bir gece olsun, ömrünüzden bir günü bir sevdiğinize armağan edin...
27 ARALIK 2012,
BİRGÜN