22 Mart 2012 Perşembe

TEN ÖLDÜ, AMA ‘CAN’ YAŞAMAKTA…

Koltuğunun altında çantasıyla dolaşırdı.
Sabah, Edebiyat Fakültesi’nde tiyatro dersini verdikten sonra Beyazıt’taydı.
Öğle, Milli¬yet gazetesine haftalık yazısını teslim ettikten sonra Cağaloğlu’nda…
Akşam, günün minesi solmak üzerey¬ken Mühürdar’da…
Çantasının içinde öykülerini, oyunlarını, yazılarını aydınlatan zekâsı ile bütün İstanbul bulunurdu. Bir de zekâsı¬nın duldasında ışıldayan mizah duygu¬su...
Sormuşlardı, “Ölürse Ten Ölür, Can¬lar Ölesi Değil” bu dünyada ne olmak istersin:
“Ben devlet adamı ol¬sam” demişti, “insanları ce¬saretlendirmek için mizah, karamsarları uyandırmak için mizah, ahlâkı düzelt¬mek için mizah, hatalara, ihtiraslara ayna tutmak için mizah, yasa dışı monoton-luktan kurtarmak için mi¬zah, muhalefete, düşmana kızıp yorgan yakmamak için mizah, kendi kendime, olaylara karşı mesafe kaza¬nıp serin kanla sıhhatli ve özgür düşünebilmek için, bol bol bütün stoklarımı pi¬yasaya döküp, mizah kullanırdım.”
Daha yüzünü görmeden, 1961 yılında lise öğrencisiyken İzmir Devlet Tiyatrosu’nda “Huzur Çıkmazı” adlı oyununu görmüştüm. Sonraları başında beresi, kol¬tuğunun altında çantasıyla Beyazıt’ta Edebiyat Fakültesi’nin koridorlarında gördüm, hikâyeleriyle tanıdım.
Daha sonra da Cumhuriyet gazetesine büyük bir sabır ve dikkatle çıkacak yazısını biz¬zat düzeltmeye geldiğinde karşılaştık, ya-zılarıyla hemhal oldum.
Yazısını gazeteye verir, çıkacağı gün de uğrayarak düzeltmesini kendisi yapardı. Bir de Alman terbiyesi aldığı için, cins isimleri dahi büyük harfle yazma özelliği vardı.
O Haldun Taner ki, gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan; konuları büyük kentin tipik ve türedi yaşamını irdeleyen hikâyeleriyle başladığı sanat yaşamını, daha sonra Türk tiyatrosuna armağan ettiği kabare türünden ölümsüz oyunlar ile sürdürmüştür.
Yazdıkları kadar hayatı da gözlem, mizah ve yergi ile bezelidir.
Bir örnek mi?
Amerikalı oyun yazarı, Marilyn Monroe’nun kocası olarak da bilinen Arthur Miller 1986 yılında Harold Pinter ile İstanbul’a gelmiştir. Türkiye Yazarlar Sendikası, yazarlar onuruna Yeniköy’de bir restoranda yemek verir. Haldun Taner’den de yemekte bir konuşma yapması istenir. Taner, çeviriyi yeterli bulmaz ve Miller’e dönerek Fransızca olarak “Ben İngilizce anlarım, ama konuşamam” der. Miller de “Ben de Fransızcayı anlarım, ama konuşmayı beceremem” diye yanıtlar.
Böylece Taner Fransızca, Miller da İngilizce konuşmaya başlarlar.
16 Mart 1915’de dünyaya gelmişti. 07 Mayıs 1986’da aramızdan ayrıldı. 1935 yılında Galatasaray Lisesi’nde Fransızca eğitim görmüştü, ama daha sonra Almanya’ya giderek Alman kültürü ile tanışacaktı.
Dün “Galatasaray Eğitim Vakfı” Haldun Taner anısına bir tören düzenledi Galatasaray Lisesi Tevfik Fikret Salonu’nda…
Toplantıya konuşmacı olarak “Galatasaray Eğitim Vakfı” Başkanı İnan Kıraç, Doğan Hızlan, Murat Gülsoy, Gülriz Sururi, Ali Sirmen, Selçuk Erez, Yiğit Otur ve Haldun Taner’in eşi Demet Taner katıldılar. Konuşmaların ardında da Gülsin Onay bir mini konser verdi.
Aramızdan ayrıldığı günden beri hemen her gün Kadıköy’de, adını taşıyan tiyatronun önünde duran büstünde her gece bin bilge yıldız dökülüyor o çok sevdiği İs¬tanbul semalarına, her seher yüz bin zarafet gülü açıyor ardında bı¬raktıklarında…
Ve diyor ki hoşsohbet, meclisârâ se¬siyle:
- Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Kırk küsur mimar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’a çağrıda bulunarak “Taksim Projesi” üzerine görüşlerini dile getirdiler: “Taksim, gücü her elinde tutanın bayrağını dikeceği bir burç değil. Taksim, İstanbul’un merkezi, herkesin gözbebeği; anıların, felaketlerin, fotoğrafların, bayramların, kartpostalların fonu. Sadece İstanbul’un değil, dünyanın önemli bir noktası. İstanbul’u katılımcı ve çoğulcu akıl ile şekillendirelim.”
*Asla yaşlanmadı, anılarının bataklığında ihtiyarladı.

ADA

Hayat izinin olmadığı
bir ada idi yalnızlığım

Yalnızlığı hayatıma
adayı sana bağışladım

22 MART 2012, BİRGÜN

Hiç yorum yok: